EDEBİYATIN KAYNAĞI
Edebiyatın kaynağını hiç düşündünüz mü? İlk kıvılcımı ateşleyen, duygu ve düşüncelerimizi, estetik kaygıyla yazdıran, okurken ve dinlerken bizi iyi gelen şey neydi? Her şeyi tetikleyen kilit taşını arıyoruz. Adına aşk mı desek acaba? Edebiyatın kontak anahtarı aşk. Neden ki?
Aşk kelimesinin kökenine gidelim. Aşkı anlamak için derin köklerine bakmamız gerekiyor. Böylece edebiyatı belki de her yazının anlamını, başlangıcını bulacağız. Aşk, Arapça ''Işk'' kökünden gelen aşırı tutku, saplantılı sevgi, ilahi veya beşeri sevda anlamlarına gelir. Yani aşkın çok boyutlu anlamı var ki onu tek bir kareye sığdıramayız. Fazlasıyla soyut ve varoluşsal olduğundan onu daha iyi anlamak için sarmaşığa benzetelim. Hani sarmaşık sarılır ya tutkulu bir şekilde ağaçlara. Çevreler onu boyunca. Tek başına ayakta duramaz; bir sevgiliye, bir sevdaya tutunur, var olur. Onu sarar, sarmalar tutkuyla. Onunla sabreder zamanla. Bazen gizlice büyür, yerleşir kalbine. Saplantılıdır, çünkü başlamıştır bir kere yeşermeye. Ondan başkası ve gideceği bir yer yoktur. İlmek ilmek işletir kendini. Önceleri güçsüz görünür belki ama zamanla kontrolsüz büyüyen devasa bir canavara dönüşebilir. Engel olamazsın. Kanından, canından beslenir. Seni senden daha iyi tanır. Bir de bakmışsın ki seni kontrol ediyor. Daha dünkü dal parçası sen kadar olmuş, sana hükmediyor. Peki yanlış nerede? Yanlış yok ki. Akrebin doğasında nasıl zehrini zerk etmek varsa onun da doğası bu. Gerekirse seni boğar, çatlatır, kurutur.
Hani her şey güzel başlamıştı. Nerede tutku, sevgi, heyecan. Nerede içimizdeki kıpırtı. Demek ki aşk farklı şeylere de dönüşebiliyormuş. Aşırı sahiplenme, kıskançlık, takıntı, saplantı... Elbette içinde sevgi, şefkat duygularını da taşıyordu. Tabii kontrol altındayken, aşırılıktan uzakken. Kendi saf halinde ne de güzeldi değil mi? Tüm duygular arasındaki köprüydü aşk. Her bir köprünün yolu açıktı. Sadece doğru olanı seçmek lazımdı. Aşkından ölen de vardı, aşkıyla hayat bulan da. Belki de bir arayıştı aşk hem çok uzak hem çok yakın olan...
Edebiyatın kontak anahtarıydı aşk. Onunla başladı edebiyat. Ondan ilham aldı. Her ses, her duygu. Yolculuğa başlatan oydu. Bazen erken saatlerde, bazen zifiri karanlıkta. Lakin yol size aitti. Bu yoldaki sapmalar sizin tercihinizdi. Elbette doğası gereği tehlikeliydi. Dikkat edilmesi gerekiyordu. Bazen yeşertir, bazen kuruturdu bu yolları. İşte edebiyatta bu yolda geçen maceraların vücut bulmuş haliydi. Ne biraz eksik ne biraz noksandı. Özünde insan var sonuçta. İnsan gibi beşer, şaşar, donar kalırdı ya da uçar, kaçar sevgiyle bağlanırdı.
Edebiyatın çekirdeğiydi aşk. Kimini cennete çıkaran bir merdiven, kimini dipsiz kuyuya sarkıtan bir ip... Peki sence hangisi?..
Veysel Çolakoğlu